Translate It

25 Ekim 2010 Pazartesi

Sokaklarda Kurduğumuz Dandik Sofralar Serisi: Sultanahmet Köftecisi

 
     Bana bir şevk geldi, sürekli yazmak istiyorum:)
     Düşündüm: Sürekli lokantaları, pastaneleri yazıyorum. Oysa biz salaşlıktan hoşlanıyoruz. Ayıpçı değiliz, etrafı pek önemsemiyoruz. Bazen, bakıyoruz ki gideceğimiz yer çok kalabalık, hemen yemeğimizi alıp sokaklarda yiyoruz. Bazense, sadece zeytin peynir yemek geliyor içimizden.
     Şimdi bazı çokbilmişler, bu tür hareketleri, sokaklarda yemek yiyen insanları "cahil, görgüsüz" sayıyorlar. Bırakın yahu, etrafı kirletmedikleri sürece (ben buna azami dikkat ediyorum mesela) insanlar rahat olsunlar. Sokakta öpüşsünler, yemek yesinler, bağırıp çağırıp şarkı söylesinler, bırakın ya, bir rahat olun.. Hayat, sokaklarda yaşanır. Sokaklarda yaşanan hayattır bir şehrin coşkusunu belirleyen. Bu eleştirileri yapanların, kendilerini kasa kasa hareket etmeyi unutmuş, kural adamı olduklarını düşünüyorum. Bazen ne yalan söyleyeyim, bizlerin salaşlığına özendiklerini de düşünüyorum.
     Topuklu ayakkabımla çimlere uzanırım, kahkahalarla simitimi yerim, kimseyi de umursamam.
     (Tabii burda, yaz günü iki yeşil görelim, bir çimen kokusu alayım, yürüyüş yapayım diye çıktığım sahil gezilerinde adım başı kurulduğu için bana fenalık veren, havamı engelleyen mangallardan söz etmiyorum yine de)

     Bu, yazının başında görmüş olduğunuz fotoğraf da, işte böyle günlerden birinde çekildi. Ramazan'da bir kitap fuarı gezmesi sonrası Sultanahmet Köftecisi'ne gitmeyi düşündük. Biliyorsunuz, iftardan önce burada muazzam bir kuyruk olur, hatta, niye beklediğini anlamadığım o insanların iftardan çok sonra bile yemek yiyebildikleri görülür.
     Tamam, oburum falan ama, hayatta ben bir yerde yemek yemek için bir iki saat kuyrukta beklemem, yeni lezzetlere doğru yelken açarım:)
     Tam kuyruğu görüp vazgeçtik (Canım da bir köfte çekiyor ki), baktık ki bu sene başlamış bir uygulama olarak , giymişler "Sultanahmet Köftecisi" logolu kıyafetleri üstlerine, kapının önünde "beş" liraya köfte-ekmek satıyorlar.
Biz de bu tezgâhın önüne geldik tabii:)

    Sonra ben dedim ki: "Ya, piyazsız olur mu mirim, olmaz bu iş". Bizi içeri yönlendirdiler hemen (Kuyruktaki on yüz bin milyon insana rağmen). Biz de köfte, piyaz, ekmeğimizi alıp- kırk tane büfeden de Ice Tea arayıp bulamayınca kola satın alıp- Sultanahmet Camii'nin önündeki çimlere kurulduk (Ne çimi, o kadar kalabalıktı ki burası da, çim görüntüsü kalmış bir kayalığa oturduk gibi bir şey).

   Yanımızda program çekiliyor. Baktım bir adam, elinde kamera, diğerinde mikrofon, röportaj yapmak için bize doğru geliyorlar. Benim de meşhurdur ve alay konusuyum -hiç sevmem ya- kamera da daima beni bulur. "Anaaaaam, dedim, İstasyon İnsanı, ben kafamı gömüyorum!"


   Böyle gerginlik dolu anlardan ve İstasyon İnsanı'nın alaylarından sonra neyse ki röportaj yapmaktan kurtulabildim (Kafamı gömdüm, nasıl röportaj yapsınlar ki he he:) ).
   En sona da, ödül olarak bize Sultanahmet Camii'nin nefis sesli müezzini ve İstanbul'un her bir yanından insanla iftar sevincini yaşamak kaldı.
   Ve duygu yüklü diye olsun diye söylemiyorum, oburca bir yorum olarak, bu köfte, Sultanahmet Köftecisi'nde her zaman yediğim köftelerden bin kat güzeldi!

   Köfte: On lira
  Sanırım piyaz da öyle.
  Ve biliyorsunuz, Sultanahmet Köftecisi'nde kredi kartı geçmiyor.


 Yemek yedikten sonra, tezgâhta karpuz dilimleyip satan satıcıdan 3 liraya karpuz alıp meyve kısmını da halletmiş olduk:)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder